İmparator Aleksios Komnenos batıda isyanları bastırmak ve sınır sorunlarını çözmekle meşgulken, doğudan gelen Türk akıncılarının tehdidi gittikçe büyüyordu.
Bithynia topraklarına dalan Türk akıncıları, Bizans halkına korku salıyordu.
En son Nikomedia’ya kadar uzanan bu saldırılar, sadece köylülerin değil, şehirdeki soyluların da uykularını kaçırmaya başlamıştı.
İmparator, danışmanlarını ve güvendiği komutanlarıyla sarayında bir toplantı düzenleyerek bu endişesini açıkça dile getirdi.
Sert yüz hatları ve ciddi bakışları, bir çözüm bulmanın aciliyetini yansıtıyordu.
“Türkler” diye söze başladı.
Sesi güçlüydü ama içinde sakladığı endişe, kelimelerinin altına ince bir gölge gibi yayılıyordu:
“Türkler, Bithynia’nın kalbine doğru sinsice ilerliyorlar. Eğer Sangaris’i (Sakarya Irmağı) geçerlerse, onları durdurmamız imkânsız olacak.
Bu toprakları asla onlara teslim edemeyiz."
Sarayda gergin bir hava hâkimdi, imparatorun ciddiyeti herkese sirayet etmişti.
Gözler masanın üzerine açılan haritanın ince çizgilerinde dolaştı.
Sessizliğin içinden bir komutan, parmağını dikkatle kuzey kıyılarına doğru sürükledi.
“Sangaris'ten Khele'ye (Şile) kadar olan hattı bir engelle çevirebiliriz” dedi.
İmparator Aleksios bir an duraksadı, gözleri haritanın detaylarında gezindi.
Ardından başını kaldırarak komutana baktı.
Düşünceler zihninde dalgalanırken, sesi yavaşça yükseldi:
“ Daha önce İmparator II. Anastasius, Sapanca (Baana) Gölü’nü bir hendekle nehre bağlamaya çalıştı” diye hatırlattı.
Sesi derin bir karamsarlıkla doluydu:
“Ama o hendek... Zamanla kurudu, işlevini yitirdi. Bir hendekle olmayacak bu iş” diye sertçe yanıtladı.
Tam o sırada, yaşlı ve tecrübeli bir komutan, “Efendimiz, o zaman bölgeye hâkim stratejik bir noktaya bir kale inşa edelim” dedi.
Bir anda Aleksios’un gözlerinde bir kıvılcım parladı.
"Evet..." dedi.
Gözleri tekrar haritaya dönerken sesi yavaşça yükseldi:
“Hem Propontis’i (Marmara) hem de Sangaris’i gören bir kale. Parmağıyla haritada bir yeri işaret ederek evet, tam da burada, bu stratejik noktada."
“Bu kale sıradan bir kale olmayacak” diye devam etti.
Sesi artık sadece bir emir değil, bir kehanet gibi yankılanıyordu.
“Yüksek duvarları, kalın taşları... Ele geçirilmesi imkânsız bir yapı inşa edeceğiz. Bizans’ın doğu kapısı burada olacak ve hiçbir düşman bu kapıyı zorlayamayacak!”
Aleksios ertesi sabah ilk iş olarak komutanlarını ve mühendislerini yanına çağırarak, “Hemen yer tespiti yapın” dedi kararlılıkla.
Neredeyse bir ay süren detaylı keşiflerin ardından, en uygun yer olarak bugünkü Kullar Paşadağı'nın zirvesindeki tepe seçildi.
İmparator Aleksios bizzat yola koyulup bu tepeyi görmek istedi.
Yüksek tepeden uzaktaki Bithynia topraklarına bakarken, gözlerinin önünde inşa edilecek kalenin ihtişamlı silueti belirdi.
Sert bir rüzgâr imparatorun pelerinini savururken, yanında duran komutanlarına dönüp eliyle işaret ederek, “Kaleyi işte tam buraya inşa edeceğiz” dedi.
İmparator, ülkenin dört bir yanına fermanlar göndererek taş ustaları, mimarlar ve işçilerin kale inşaatına akın etmesini sağladı.
Tarihler 1096 yılının Haziran ayını gösterirken inşaat başladı. Aleksios kalenin hızlı ve sağlam bir şekilde tamamlanması için hiçbir masraftan kaçınmıyordu.
Hazinedeki paraları cömertçe harcıyor, “Bu kale Bizans’ın geleceğidir” diyerek her geçen gün yapının daha da güçlenmesini izliyordu.
İmparatorun tarihçi kızı prenses Anna Komnenos’un anlatımlarına göre kale inşaatı başladığında, Aleksios, sıcak soğuk fark etmeksizin neredeyse her gün kalenin etrafında yatıp kalkıyor, gözlerini inşaattan bir an bile ayırmayarak işçilerin çalışmalarını bizzat denetliyordu.
“Duvarlar daha yüksek olmalı!” diye sesleniyor, elleriyle gökyüzünü işaret ederek duvarların ne kadar sağlam ve yüksek olması gerektiğini gösteriyordu.
İşçiler ona hayranlıkla bakıyor, bir imparatorun böylesine bir adanmışlık göstermesinden etkileniyorlardı.
Herkes onun sahadaki varlığının işleri hızlandırdığına inanıyordu.
Şehrin dört bir yanında halk, Aleksios’un kaleye adanmışlığını konuşuyordu.
Kale duvarları yükselmeye başlayınca askerler ve halktan insanlar bile inşaatta gönüllü olarak çalışmaya başladı.
Herkes, adeta bu kalenin bir parçası olmak istiyordu.
Aylar süren titiz çalışmanın ardından, kale nihayet sıcak bir yaz gününde tamamlandı.
Yüksek duvarları ve kalın taş bloklarıyla göz kamaştıran yapı, Bithynia’nın koruyucusu olarak tüm ihtişamıyla yükseldi.
İmparator Aleksios, kalenin son taşının yerine konduğu günü bir zafer bayramı gibi kutladı.
Kalenin en yüksek noktasına çıktı ve uzaktaki topraklara bakarak yüksek sesle haykırdı:
“Bu kale, Bizans’ın gücü ve halkının azmiyle inşa edildi. Türkler ne kadar denese de bu duvarları aşamayacak! Bundan sonra bu kale Sidera (Demir) Kalesi olarak anılacak."
Fakat bu demir gibi sağlam yapı da Türkleri durdurmaya yetmedi.
Kalenin inşasından yaklaşık 340 yıl sonra, Bithynia bölgesi ve İzmit, Orhan Gazi zamanında Türk komutanlarından Akçakoca tarafından fethedilerek Osmanlı Devletine katıldı.
Sonuç olarak kale, Osmanlı-Bizans savaşlarına özellikle Koyunhisar Savaşı gibi önemli tarihi olaylara sahne olmuş ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yayılma sürecinde kritik bir rol oynamış.
Paşa Kalesi olarak da bilinen bu yapının bulunduğu eski Kullar beldesinin ismi de aslında bu kaleden geliyor.
Zamanla “Kollar” ismi "Kullar" olarak değişime uğramış.
Depremler, savaşlar ve defineciler bu tarihi yapıyı büyük ölçüde tahrip etmiş ve günümüze sadece çok az bir kısmı ulaşabilmiş.
Kale, İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 10 Mayıs 1996 tarih ve 4120 sayılı kararı ile tescil edilmiş durumda.
BU YAZI E.EMİN ÖZTÜRK’ÜN 17 EYLÜL 2024 TARİHİNDE ENKOCAELİ GAZETESİNDE YAYINLANAN” BU GÜÇLÜ YAPI BİLE İZMİT’İ KURTARAMADI! ” BAŞLIKLI KÖŞE YAZISINDAN ALINMIŞTIR .